Z. Kevser ŞAHİN
Önerilen atıf: Şahin, Z. Kevser. “Atatürk Devrimi Bağlamında Simone de Beauvoir’ın İkinci Cinsiyet’i”, Noktasız Dergi 11, (2023): 23-25.
Presokratik dönemden bugüne bilgelik arayışı olarak görülen ve düşünürü filozofluk evresine yerleştirip bir bakıma varoluşunu tamamlamasına olanak sağlayan felsefe, açık olarak erkekliği temel almaktadır. Söz konusu felsefenin, erkek egemen bir alan olması ya da felsefi kuramların erkek merkezci olması değildir. Aşağıda verilecek örnekler doğru olmakla birlikte bahsedilen, felsefenin doğrudan doğruya kadın düşmanı olmasıdır.
Presokratiklerden olan Pythagoras “Düzeni, ışığı ve adamı yaratan iyi bir ilke; ve kaosu, karanlığı ve kadını yaratan kötü bir ilke vardır.”1Simone de Beauvoir, Le Deuxième Sexe, Paris: Éditions Gallimard, 1990, 111: “Il y a un principe bon qui a créé l’ordre, la lumière et l’homme ; et un principe mauvais qui a créé le chaos, les ténèbres et la femme” der. Demokritos, bir erkek için en aşağı şeyin, onu bir kadının yönetmesi olduğunu söyler.2Hatice Nur Erkızan, “Erkek-Merkezcilikten (Androcentrism) İnsan-Merkezciliğe Yolculuk (Anthropocentrism): Antik Felsefe ve Cinsiyet Üzerine (Pre-Sokratikler) ”, Kadın/Woman 12 (2000): 5. Aristoteles ise bazı ruhların diğerlerinden daha önemsiz olduğunu savunur, ona göre güçlü embriyolar erkek, güçsüzleri ise kadın olur, bu yüzden kadınlar akla yetkin değildir.3Sebile Başok Diş, “Aristoteles Felsefesinde Birey ve Devlet Açısından Eğitim Meselesi”, SEFAD 45 (2021): 4
Açıktır ki, felsefede süregelen bilgelik kavramı ve mertebesi, yalnızca erkeklerin kullanımına geçit verecek şekilde biçimlendirilmiştir. Bu tarihsel kısıtlamaya rağmen, kadın filozofların felsefede yer almaya başlamasının modern bir oluşum olduğunu düşünmek yanlıştır. Felsefe tarihi incelendiğinde görülür ki kadınların felsefedeki yeri silinmiş, engellenmiş ve yok sayılmıştır. Kadın düşünürlerin felsefi deneyimleri ve çıkarımları, felsefi bilgiyle temellendirilemeyecek karşıt görüşlerle etkisiz hale getirilmiştir.
1970 yıllarında ortaya çıkan feminist felsefe ekollerinin desteğiyle birlikte güncel felsefe paradigmasında kadın filozofların etkisi açıkça görülmektedir. Kadınların aklın ışığında yarattığı eserlerin son yüzyıla münhasır olmadığını bu bağlamda tekrarlamak gerekmektedir. Söz konusu eserler, erkek egemen ve doğrudan doğruya erkeğe özgün düşünce bilimlerinin ekolleri içerisinde silinmiş ve/veya engellenmiştir.
Modern dönemde kadın özgürleşmesinin ele alındığı en kapsamlı eserinin Simone de Beauvoir’ın İkinci Cinsiyet’i olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Simone de Beauvoir, kadınlara tarih boyunca eksikliğini çektikleri özgün bir ses vermiş ve tarihsel ve bilimsel bir varoluşu ispat etmiştir.
Benoîte Groult, bahsedilen kitap için yazdığı önsözde şöyle der:
“Hatırlarız ki Werther bir intihar epidemisini, René de Chateaubriand ise bir melankoli epidemisini tetiklemişti. İkinci Cinsiyet, bir özgürlük epidemisini tetikleyecektir.”4Beauvoir, Le Deuxième Sexe, 11: “On raconte que Werther déclencha une épidémie de suicides et René de Chateaubriand une épidémie de mélancolie. Le Deuxième Sexe aura, lui, déclenché une épidémie de liberté.”
Bahsedilen özgürlük, feminist devrimi kapsamak ile sınırlı kalmaz; kitabın tetikleyeceği öngörülen özgürlük salgını, bütün alanları etkileyecektir.
İkinci Cinsiyet eserini çağının diğer büyük metinlerinden ayıran unsur, bu eserin herhangi bir devrimin manifestosu haline gelmemiş olmasıdır. Bunun sebebi olarak kadın özgürleşmesinin biricik durumu olarak gösterilebilir. Irk ya da inanca bağlı ayrımcılıkları sona erdirmeye dayalı devrimlerden farklı olarak feminist devrim “biz” ve “onlar” ayrımını başarıyla kullanamaz; de Beauvoir, bunu ırk ve din gibi karakteristik unsurların kadınlık ahvalinin karşısında her zaman ikinci plana düşeceğini söyleyerek açıklar.5Beauvoir, Le Deuxième Sexe, 19.
Eski Ahit’te anlatıldığı üzere Adem’in kaburga kemiğinden biçimlendirilen ve erkeğe hizmet etmesi için yaratılan kadın, tarih boyunca erkeğin eşlikçisi olarak görülmüştür.6Kitab-ı Mukaddes, Yaratılış 2: 18-22. Woolf, kurgudaki kadınların yalnızca erkeklerle ilişkileri bakımından ele alındıklarını öne sürer.7Virginia Woolf, A Room of One’s Own (New York: Quality Paperback Book Club, 1981), 82-83. Fakat gerçek hayatta da kadınların erkeklere kıyasla değerlendirildiğini söylemek yanlış olmaz. Simone de Beauvoir’ın en büyük felsefi başarısının Sartre’ın eşlikçisi olduğu söylemi çok popülerdir, buna rağmen Sartre’ı de Beauvoir’a eşlik eden bir düşünür olarak görmek neredeyse absürt bir fikirdir. Bellidir ki erkek süjedir, mutlaktır; kadın ise basitçe diğerdir.
Simone de Beauvoir, “kadınlık durumu”8Beauvoir, Le Deuxième Sexe, 34: ”Condiditon féminine” mefhumundan bahseder. Bu durum, Camus’un öne sürdüğü metafizik duruma bir paralel olarak düşünülebilir. Kadınlık durumu, kadın olma deneyimini ve bu oluşun tarih boyunca beraberinde getirdiği imkansızlıkları açıklar. Bununla birlikte, yalnızca kadın olarak doğmuş olmak kadınlık durumunu sağlamaz: varoluşta bu durumun oluşması için, bireyin femininite gerçeğinde rol alması gerekir.
Simone de Beauvoir’ın öne sürdüğü kadınlık kuramından anlaşılabilir ki toplumsal cinsiyet ile biyolojik cinsiyet birbirinden silik çizgilerle de olsa ayrılmıştır. Absürt insanı diğerlerinden ayıran koşulun metafizik durumu olması gibi, kadını diğerlerinden ayıran da bahsedilen kadınlık durumu, dişilik gerçekliğinde yer alma şartıdır. Kadını yalnızca bir rahim olarak tanımlayan felsefenin kurucusu ve destekleyicisi, tarih boyunca süregelmiş patriyarkal sistem olduğundan, Simone de Beauvoir’ın cinsiyet kuramı üzerinden bir paradigma değişimine doğru yol almak kaçınılmazdır.
Cumhuriyetin yüzüncü yılında, bu bağlamda, üstünde düşünülmesi gereken konulardan biri Atatürk devriminin cinsiyet gerçekliğine etkileridir. Atatürk devriminin, onu yirminci yüzyılda gerçekleşen diğer devrimlerden ve ihtilallerden farklı kılan, dışa açılan ve siyasi temelleri olan bir devrim olması gibi özellikleri vardır. Atatürk devrimi, Türk medeniyetinde ve yaşantısında yer almayan ve bilhassa farklı kültürlere ait insan ve değerlilik anlayışını Türkiye koşullarında etkili kılmayı amaçlamıştır.
Bu özelliklerin en önemlilerinden biri, Atatürk devriminin kadını kapsayan, bir başka deyişle cinsiyet tanımaz bir devrim olmasıdır. Bu nedenle Türkiye’de kadın özgürleşmesinin en büyük ivmesinin Atatürk devrimiyle atıldığını söylemek yanlış olmaz.
Cumhuriyetin yüzüncü yılına bakarken, Atatürk devriminin körce alkışlandığı dönemin uzunca bir süredir geride kalmış olduğunu söyleyebiliriz. Bu devrimin rasyonel olarak tartıldığı ve aklın ışığında değerlendirildiği günümüzde, geleceğimizi inşa ederken metodik bir nedensellik kullanmamız gereklidir.
Cumhuriyetin yeni yüzyılında kadın özgürleşmesine dair atılması gereken sayısız adım vardır. Bu adımların Atatürk devrimi öncülüğünde atılması gerektiğini açıkça anlamak gerekir çünkü bu devrim, aklın ışığında, yüksek bir insanlık özlemi içerisinde hayat bulmuştur.
Referanslar
- 1Simone de Beauvoir, Le Deuxième Sexe, Paris: Éditions Gallimard, 1990, 111: “Il y a un principe bon qui a créé l’ordre, la lumière et l’homme ; et un principe mauvais qui a créé le chaos, les ténèbres et la femme”
- 2Hatice Nur Erkızan, “Erkek-Merkezcilikten (Androcentrism) İnsan-Merkezciliğe Yolculuk (Anthropocentrism): Antik Felsefe ve Cinsiyet Üzerine (Pre-Sokratikler) ”, Kadın/Woman 12 (2000): 5.
- 3Sebile Başok Diş, “Aristoteles Felsefesinde Birey ve Devlet Açısından Eğitim Meselesi”, SEFAD 45 (2021): 4
- 4Beauvoir, Le Deuxième Sexe, 11: “On raconte que Werther déclencha une épidémie de suicides et René de Chateaubriand une épidémie de mélancolie. Le Deuxième Sexe aura, lui, déclenché une épidémie de liberté.”
- 5Beauvoir, Le Deuxième Sexe, 19.
- 6Kitab-ı Mukaddes, Yaratılış 2: 18-22.
- 7Virginia Woolf, A Room of One’s Own (New York: Quality Paperback Book Club, 1981), 82-83.
- 8Beauvoir, Le Deuxième Sexe, 34: ”Condiditon féminine”