Bu yazı, Noktasız Dergi’nin “Fildişi Kule” temalı ikinci sayısında yayımlanmıştır. Yazının tamamını okumak için tıklayınız…
Sanat, belirli aralıklarla açısı değiştirilen bir aynadır. Doğada saf halde bulunan ve anlam kazanmak için bir zihne ihtiyaç duyan görüntüler, sanatçının zihni ile buluştuklarında söz konusu aynaya sanatçının belirlediği bir açı ile yansırlar. Toplumsal ilişkiler ve kültür, doğadaki görüntülerin gizli etkenidir ve sanatçının seçtiği açıdan bağımsız olarak yansıyanlar dünyasına katılırlar. Öyle ki yansıyanlar dünyasında oluşan sanat eserini gerçek bir çerçeveden görebilmek için her şeyden önce o dönemin toplumsal koşullarını, akımları ve çelişmelerini, sınıf ilişkilerini ve çatışmalarını, bunların neticesi olan dinsel, düşünsel ve siyasal düşüncelerini incelememiz gerekir. İşte bu noktada aynayı karşımıza alıp, cevaplarını yalnızca yansımalar dünyasından öğrenebileceğimizi bildiğimiz şu soruları sorarız: Sanat; sanatçının dış dünya ile arasına bir sınır olarak koyduğu mekânda olmasına rağmen, dış dünyadan bağımsız bir halde şekillenebilir mi? Sanatın ait olduğu bir mekân var mıdır? Sanatçının kendisi, sanat eseri için bir mekân olabilir mi? İzole bir hayat, ortaya çıkan esere nasıl yansır? (…)
Hande Beril KÜÇÜKLER