Bu röportaj, Noktasız Dergi’nin “Dil” temalı dokuzuncu sayısında yayımlanmıştır. Röportajın tamamını okumak için tıklayınız…
Dil Devrimine dönük başlıca tartışmalardan birisi, dilde sadeleşme kapsamında “Türkçeleşmiş Türkçe”ye karşı koyulan mesafenin kültürel anlamda bazı sorunları beraberinde getirdiği iddiasını konu ediyor. Dil devrimi, dilin doğallığını göz ardı edecek denli kullanımda olmayan bir Türkçeyi, “öz Türkçe” olduğu iddiasıyla kullanıma sokma amacını mı taşıyordu? Dil devriminin, dil üzerindeki müdahalesini nasıl değerlendirmek gerekir?
Baştan birtakım kavramsal açıklamalar yaparak sözlerime başlayayım. Dil arılaştırmacılığı, bir başka deyişle, dil pürizmi bütün dillerde olan bir olgudur. Sadece Türkçeye özgü değildir. Her dil, o dili kullananların düşünme ve düşünceyi adlandırma yeterliliği ve dil beğenisi ölçüsünde arılaştırılır. Bu son derece doğaldır. Ayrıca diller, başka dillerden de etkilenirler. Her dilde başka dillerden sözcük olabilir. Başka dillerden geçen sözcüklere ve başka dillere düşmanlık, hiçbir zaman dil arılaştırmacılığının bir ögesi olamaz. Her dil kendi içinde saygındır. Her dilde var olan sözcükler değerlidir. Her ulus, -Hegel’in deyişiyle bunu gerekçelendireyim- kendi varlığını tarihselleştirebilmek ve tarihteki varlığını süreklileştirmek için öz dilinde düşünce geliştirmek ve öz dilinde geliştirdiği düşünceleri adlandırma yeteneğine sahip olmak zorundadır. Bu yeteneği veya bu eğilimi içinde taşımayan bir ulus dünya tarihinde kalıcılaşamaz. O bakımdan her ulus dilini diğer dillerin gereksiz etkisinden korumak ister. Dil arılaştırmacılığının birinci nedenini böyle açıklamak olanaklıdır. (…)
Prof. Dr. Onur Bilge KULA ile Röportaj
Röportör: İrem BAYRAKTAR