Tarih, Cinsiyetten Arındırılarak Yeniden Yazılabilir mi?

Damla TANRIKULU

Önerilen atıf: Tanrıkulu, Damla. “Tarih, Cinsiyetten Arındırılarak Yeniden Yazılabilir mi?”, Noktasız Dergi 11, (2023): 3-7.

1970’lerin başında Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’da gelişen feminizm, on dokuzuncu yüzyıldan sonra çağdaş felsefenin alt disiplinlerinden biri olarak incelenmeye başlanmıştır. Klasikleşmiş feminizm düşüncesinin soruları ve kavramsallaştırmaları ön alana serimlendiğinde feminizmin yalnızca kadın hareketi yahut kadın cinsiyetiyle alakalı bir öğreti şeklinde ifade edilemeyeceğini belirtmekteyim. Kadınlara karşı önyargıların modern ve post-modern  felsefe açısından nasıl dışa vurulduğu açıklanmaktadır. Makalenin içeriğinde feminist tarihinin kesintisiz bir biçimde yeniden yazılma olanağının cinsiyetin ortadan kaldırılması ile mümkün olduğu üzerinde durulacaktır. Nitekim “Kadınlar erkeklerden hakikaten farklıdır ve bu farkın farkına varmalıdırlar.” Bu açıdan feminist duruşa sahip filozofların özne sorunu üzerinde durmaları kendi öznelerini inşa ederken kullandıkları yöntemler ve amaçları felsefe tarihi kapsamında değerlendirilecek, metnin son kısımlarında dünya tarihi ve Türkiye cumhuriyeti özelinde feminizm hareketlerine kısa bir bakış yaparak kadınları içeren bir insanlık tarihin yeniden yazılabileceği üzerinde duracaktır.

İnsan doğası ve eylemleri düşünüldüğünde teorik ve pratik alanlar olmak üzere tarihte birçok bilim dalının iki alana bağlı olarak ortaya çıktığını görürüz. Bilim dallarının ortaya çıkışı özellikle, insanın anlam dünyasını gözler önüne sermektedir. Anlam dünyası ve bilimdeki temel kabullerin birleşimi, teknik ile teknolojiyi birleştirerek bir tür geçiş evresi oluşturarak yeni ürünler ortaya çıkarır. Bu ürünler insanın yalnızca anlam dünyasını yansıtmakla kalmayıp insanın varoluşunu tanımlamasına da olanak yaratmıştır.1H. Nur Beyaz Erkızan ve A. Kadir Çüçen, Felsefe Tarihi 1 : Antik Çağ ve Orta Çağ Felsefesi Tarihi (Ankara: Sentez Yayıncılık, 2013). Özellikle modern dönemin yükselen Rönesans ve Aydınlanmacı hümanizmasında insanın rasyonalite kaynaklı kendi varoluşunu tanımlama çabası yirminci yüzyıla gelindiğinde bütün işlevselliğini kaybetmiştir. Nitekim Irigaray’ın “Kadınlar erkeklerden hakikaten farklıdır ve bu farkın farkına varmalıdırlar”2Fatime Gümüş ve Sadık Erol Er, “Irigaray, Feminizm ve Psikanaliz.” Beytulhikme An International Journal of Philosophy, 9(3), (2019): 819-841. sözünün dikkate alınmış olduğu görülür. Çağdaş dönem ya da post-modern feminist duruşa sahip filozoflar modernizmin hümanizmini farklı açılardan değerlendirerek eleştirir, eleştirilere çeşitli antitezler ortaya koyar. Nitekim antitezlerin içeriğine baktığımızda insan doğasının tanımlanmasında ve anlamlandırılmasında doğaya egemen olmaya çalışan akıl tek başına yeterli olamaz. İnsan doğası gereği duyularını da epistemolojik süreç içinde ele almalıdır. Diğer açıdan Aydınlanmacı bir hümanist insan tasvirinde özne politik kimlik söylemlerine, cinsiyet ayrımı ve ekonomik sınıfsal ayrımlara tabi tutulup ötekileştirildiği için kuşatıcı değildir. Batıdaki entelektüel geleneğin öznesi, beyaz ve mülkün sahibi, evin de yöneticisi olan babadır/erkektir. Dolayısıyla şimdiye kadar anlatılan ve referans verilen tarih anlayışı genel olarak insanın tarihi değil tam anlamıyla özel olarak erkeğin varoluşunun hikayesidir. Bu bağlamda anlatılan bütün özne anlayışları tarihsel anlatılarının homojenliğini ve çizgiselliğini bozmuş olup bunun sonucunda gruplaşmalar, heterojenlik gibi parçalanmalar yaşanmıştır. Dahası bu parçalanmışlıklar tarihte göz ardı edildi, perdelendi . Nitekim her okuyucu tarihe baktığında kadına dair, kadının kendiliğine ve özne olarak varoluşuna dair hiçbir düzenli/sistemli anlatılara yer verilmediğini görmektedir.3Dicle Özcan Elçi, “Batı Ve Doğu Mitolojilerinde Kadın İmgesi: Tanrıçalar.” Atlas Journal 4 (11) (2018): 826-840. Kadınların tarihte yer bulamamış olmasının altındaki kadınlara karşı olan erilci önyargıların temelini feminist filozoflarca ele alıp tarihi “insan” olarak, kadını da içerecek şekilde, cinsiyetsizleştirerek yeniden yazacağız. En nihayetinde feminist eleştiriler ışığında kendilikten söz edebileceğiz.4Y. Ceran Aktaş, “Çağdaş Feminist Kuramlar Açısından Feminist Öznenin İmkanı” Felsefe Arkivi 47 (2017): 1-24.

Feminist filozofların feminist teoriler çerçevesinde yaptıkları soruşturmalar ve incelemeler göz önüne alındığında, kadınlara karşı oluşturulan önyargıları üç temel alan üzerinde yoğunlaştırıp çalışmalarını bu doğrultuda geliştirdikleri görülür. Temel alanları (a) özellikle Platon ve Descartes gibi düşünürlerin felsefe tarihinde yer alan yazılarında kadınlara yönelik tutumları, (b) epistemoloji ve etik gibi çağdaş/postmodern felsefenin alanlarında kadına yönelik tutumlar ve bunlara bağlı olarak (c) geçmiş ve şimdiki felsefede yer eden metinlerde rastlanabilecek sembolizm ve imgelem kalıpları oluşturmaktadır. Nitekim Platon’un mağara metaforu üç temel alanı da içeren bir örnektir.

Platon yeraltı mağarasında zincirlenmiş olan, şeylerin bir duvara yansıyan imgelerini izleyen bir takım tutsakların olduğundan söz eder. Tutsak olan insanlardan biri dış dünyaya doğru sürüklenir ve orada yalnızca imgeleri görmez, aynı zamanda gerçek şeyleri de görür ve onları öğrenir. Burada Irigaray’ın yorumunu esas alıp mağarayı ana rahmi gibi yuvarlak, karanlık, dışına yalnızca dar bir kanaldan çıkılan oda şeklinde tasvir ettiğini görürüz. Nitekim böyle bakıldığında Platon ana rahmini/dişi bedenini bir cehalet ve yanılsamanın sembolü olarak imgelemektedir. Mağara/kadın bedeni sadece yanılgıların olduğu yerdir. Onun dışarısı ise gerçekliğin olduğu yerdir. Epistemeye erişmek/ulaşmak için için dişi beden geride bırakılmalıdır, yani mağara terk edilmelidir. Platon burada yanılsama ve bilgi açısından karşıtlık kurmaya çalışırken yanılsamayı dişi, bilgiyi/gerçekliği ise erkek olarak sembolize etmiştir.

Irigaray’a göre Platon’un mağara metaforu Batı Felsefesinin temel düşünüş biçiminin alt metnini oluşturur. Filozof önce gerçekliğin iki metafizik prensibinin öğelerini birbirinden ayırır Buna göre öğelerden biri bilgidir; bilgi üstün ve temeldir; diğeri ise cehalettir ki cehalet de aşağılıktır, bilgisizliktir. Nitekim Platon’un gerçeklik/hakikat ile yanılsamayı/sanıyı, akıl ile arzuyu, adalet ile bencilliği ayırmasında daima ikili bir karşıtlık bulunur. Onun kavramları ikili olarak ele alması felsefe tarihinde ondan etkilenmiş olan bütün düşünürlerce olağan bir şekilde -Platon çizgisinde- devam etmiştir. Whitehead Batı Felsefesi tarihi, Platon’a düşülmüş dipnotlardan ibarettir.”5Ahmet Cevizci, Felsefe Tarihi 5 (Ankara: Say Yayıncılık, 2009). sözünü boşuna söylememiştir. Nitekim pozitif ve negatif ikiliği de eril ve dişil karşıtlığıyla tarihte yerini almıştır. Pozitif olanlar eril ile ilişkilendirilirken negatif olanlar ise dişil ile ilişkilendirilmiştir.

Felsefe tarihindeki bütün filozoflara baktığımızda hepsinin farklı düşünceleri/sistemleri/felsefeleri olduğunu görürüz. Şaşırtıcı bir nokta vardır ki hemen hemen birçoğu farklı fikir öne sürüyor olsa da eril ve dişil konusunda ortak karara varıp kadına aşağı erkeğe yüksek konum atfetmişlerdir. Filozoflar Platon’un dipnotlarını temel ilke olarak ele almış olacaklar ki eril olanı üstün sayıp ikincil ve aşağılık olanı da dişil olarak değerlendirmişlerdir. Buna bağlı olarak erkek siyasette Agora meydanında boy gösterirken kadının, değil Agora meydanında olmayı toplumda dahi yeri yoktur.

Tarihten izleri silinmiş kadın filozofların başında Miletoslu Aspasia gelir. Atina’nın köle ruhunu benimsemiş kadınlarından farklı olarak Aspasia özgür ve bilgi ile donatılmış bir ruha sahip olup döneminin politikacı insanlarına meydan okuyarak retorik alanında bir entelektüel gibi çalışmıştır. Sokrates ile olan diyalogları bilgi birikimini daha da geliştirmiş hatta Platon’un da retoriği ondan öğrendiği öne sürülmüştür. İleriki zamanlarda çeşitli suçlamalara maruz kalarak yalnızca erkeklerin mahkemeye çıkarılmasına rağmen muhatap alınarak mahkemeye çıkarılmıştır. Nitekim Aspasia kendisini klasik bilgi ve felsefenin bilgi içeriğinde oldukça iyi ifade etmiştir. Diğer kadınlar kendilerini ifade edememişlerse bu durum onların kendi karakterinden kaynaklanmaktadır. Çünkü kadınların felsefe tarihine yapmış oldukları bilimsel katkıları daima baskılanarak göz ardı edilmeye çalışılmış ya da önemli olan çalışmaların üstüne erilci önyargılar yüklenilerek çalışmaların önüne geçilmiştir. En nihayetinde tarihte kadınlar erkeklerden farklı olduklarının farkında olsalardı Aristoteles, Kant, Marx ya da Hegel gibi felsefe sistemleri kurmuş olsalardı hiç kimse onlardan söz etmeden geçmezdi.

Görüldüğü üzere felsefe tarihi kadınları eril önyargılarla/erilci kavramlarla dışlamıştır. Dışlanma özellikle cinsiyet, toplumsal cinsiyet, cinsellik, cinsiyet farkı, özcülük ve doğum gibi kavramlar etrafında gerçekleşmiştir.6Alison Stone, Feminist Felsefeye Giriş, çev. Bilge Tanrısever (İstanbul: Otonom Yayıncılık, 2016). Dolayısıyla kadınlara karşı bu gibi kavramlarla geliştirilen önyargıları ortadan kaldırmak için felsefe tarihi tekrar gözden geçirilmeli aynı zamanda filozofların cinsiyet farkı ya da önyargıları ile ilgili düşüncelerini görmek için onların öne sürdükleri iddiaların/savların da ötesine bakmamız gerekmektedir. Çünkü satır aralarında gizli olan birçok anlam/ifade ya da metafor yatmaktadır.  Nitekim kadınları dışlayan tarih onlara hak ettikleri yeri verip onları yeniden içerecek şekilde tekrar yazılmalıdır. Bunun için önemli nokta ince eleyip sık dokumaktan geçer. Tarihsel metin yorumlamalarında eril önyargıları tespit etmemizi sağlayan erilci kavramları cımbızlamak, pek çok filozofun çalışmalarındaki kadın ön yargılarına karşı gösterilen sembolizm ve imgelem kalıplarını gün yüzüne çıkarmak gibi yöntemler üzerinde durulmalı, en nihayetinde bütün bunlara eleştiriler/yorumlar getirip alternatif çözüm önerileri sunulmalıdır.

Feminist filozoflar tarihi dışarıda bırakıldığında “Felsefe Tarihi” başlığı altında yer alan hemen hemen bütün çalışmaların yalnızca erkekler tarafından yapıldığı görülmektedir. Bu çalışmalar doğrultusunda tarihte kadın filozofların olmadığı fikrine kapılır, felsefe tarihinin yalnızca erkek filozofların tarihi olduğunu düşünürüz. Nitekim kadın düşünürler/filozoflar üzerine yapılan çalışmalar oldukça geç kalınmış bir faaliyettir. Antik çağdan günümüze gelen kadın düşünürlerin fikirlerini henüz feminist filozoflar yeniden keşfetmeye başlıyorlar. Onların yöntemleri sayesinde tarihten dışlanan kadınlar felsefe tarihinde hak ettikleri/olmaları gereken yerlere tekrar yerleşmeye başlıyorlar.

Otoritenin düşüncesi eril ön yargıları/bakış açılarını açığa çıkarmaktadır. Feminist filozoflar bu eril önyargıları belirlemek için tarihsel metin okumalarının bazı yeni yöntemlerini keşfetmişleridir/geliştirmişlerdir. İlk olarak kavramsal sınırlar erkeklerin temel olarak kabul ettiği düşünce ve değerlendirme kalıplarını ifade ediyorsa bunların eril düşünce oldukları savunulmaktadır. Toplumsal cinsiyet algısıyla yetiştirilen erkeklerin karakterleri ve düşünce yapıları Nancy Chodorow’a göre insanlar arasındaki kavram karşıtlıkları çerçevesinde yapılanmaktadır.7Egemen Kepekçi, “(Hegemonik) Erkeklik Eleştirisi Ve Feminizm Birlikteliği Mümkün Mü?” Kadın Araştırmaları Dergisi 11 (2012): 59-86. Nitekim beden ve zihin, akıl ve duygu, benlik ve ilişki gibi birbirine karşıt kavramlar hiyerarşik bir biçimde örgütlenmektedir. Böylece erkekler toplumda somut olan geçim ihtiyaçlarını karşılayıp soyut olan günlük yaşamın bakım işlerini sorumluluk olarak almamaktadırlar. Görüldüğü gibi erkeklerin kişilikleri ve deneyimleri tamamiyle karşıtlıklar etrafında şekillenmektedir. Eril önyargıyı belirlemek için kullanılan bir diğer yöntem ise kadınları dışlayıcı sembolizm ve imgelem kalıplarının erilliği yüceltici bir biçimde kullanılmasının tespitine ilişkindir. Nitekim mağara metaforundan sonra Genevieve Lloyd da felsefe tarihindeki ortaya koyulmaya çalışılan aklın erkek olarak sembolize edildiğini öne sürmüştür. Bakıldığında filozofların akli yetkinleşmesi dişile özgü simgeleşmiş bedenin tutkularını aşmakla erkeğe özgü bir özellik olarak anlatılmaktadır. Nitekim konusu geçen yöntemler kapsamında feminist epistemolojistler tarafından yapılacak olan detaylı incelemeler ve çalışmalar tarihin bir bütün olarak yeniden ele alınmasını sağladı. Aynı zamanda kesintisiz bir biçimde cinsiyetsiz olarak yeniden yapılandırılmaya başlandı. Yakın zamanda feminist epistemolojistlerin çabalarını fark eden feminist felsefe tarihçileri de yalnızca eril ön yargıları içeren çalışmaları değil içermeyen çalışmaları da tespit etmeye başlamışlardır. En nihayetinde eril önyargılara karşı “duruş” kavramı ile ön alana çıkan feminist epistemolojistler yalnızca eril önyargılı metinlerin değil, erillikten uzak duran yazıları açığa çıkarmakla kesintisiz ve cinsiyetsiz bir biçimde tarihi yeniden yazma olanağına kavuşturdular.

Dünyada ve Türkiye Cumhuriyeti’nde Feminizm Hareketine Kısa Bir Bakış

Buraya kadar feminizmin felsefe tarihi özelinde hangi anlamlara gelebileceğini çeşitli filozofların kavramı ele alış biçimleri ile değerlendirerek serimlemeye çalıştım. Meseleyi dünya tarihi ekseninde daha kapsamlı bir perspektiften ele aldığımızda feminizmin üç dalga şeklinde ele alınması yaygın kabuldür. Fakat sözünü ettiğimiz bu hareketlerin nasıl karakterize edileceği konusunda fikir birliğine rastlamak oldukça güçtür.8Martha Rampton, “Four waves of feminism” Pacific University Oregon 25 (2015): 1-10. Bu çalışmada yaygın olarak kabul gören iki dalga hareketinden söz ederek bunun Türkiye Cumhuriyeti açısından nasıl bir seyir izlediğini ele alacağım.

Birinci dalga feminizmin kökleri 18. yüzyıl Aydınlanma dönemine dayanır. Aydınlanmanın hümaniter kavramları9Kastedilen kavramlar: “insan hakları”, “eşitlik”, “özgürlük” ve “akıl” gibi kavramlar. kadınların da bu kavramlara sahip olabileceği ve bunlara haklarının olduğunu gündeme getirerek seslerini kamuoyuna duyurmaya başlamışlardır. Hak arama ekseninde devam eden arayış 19. yüzyılda da devam ederek mücadeleyi politik düzleme taşımıştır. Artık yalnızca hümaniter olarak değil siyasette de var olma çabası dürdürülmeye başlanmıştır. Bu bağlamda seçme ve seçilme hakkı, eğitim hakkı, çalışma hakkı, boşanma hakkı gibi konularda talepte bulunarak direniş göstermişlerdir.

İkinci dalga feminizm hareketi 20. yüzyılın postmodern tavrı çerçevesinde yeni bir evreye taşınmıştır. Kadınlar yalnızca politik ya da ekonomik hakları değil özellikle şiddete karşı durarak beden ve cinsel hakları, kürtaj hakları gibi konularda seslerini yükseltmişlerdir. Şiddet ve beden konusu aynı zamanda antropolojik olarak ırk konusunu gündeme getirdiği gibi hak arayışının yalnızca beyaz ya da Batılı kadınlara özgü olmadığını; farklı ırktan, sınıftan ya da kültürden kadınların da sesini duyurmaya çalıştığını ifade etmiştir.

Dünyada yaşanan toplumsal hareketler, feminizmin yükselmesi Türkiye’de de yansımalarını bulmuştur. Cumhuriyetin ilan edilişi  kadınlara birçok hak tanımış; kadınlar seçme ve seçilme gibi birçok hakka sahip olmuşlardır. Her ne kadar politik düzlemde kadınlara haklar tanınsa da cumhuriyetin ilan edilmesinden sonra Türkiye’de feminizm hareketi devam etmiştir. Çünkü tanınan haklar kadınların toplumdaki konumunu değiştirmemiş hala erkek egemenliğinin hüküm sürdüğü bir toplumda yaşamaktadırlar. Bu da pek çok sorunun varlığına işaret ettiği gibi feminizm hareketinin cumhuriyetin ilanından sonra da devam etmesi gerektiğine işaret etmiştir. Bu bağlamda birinci dalga feminizm hareketi Cumhuriyetin ilan edilmesi ile başlamış; kadınlar birliği gibi örgütleri kurulması ile kadınların eğitimlerine, meslek edinimlerine katkı sağlamıştır. 1923’te kurulan Türk devletinin asıl amacı kırsal kesimde yaşayan muhafazakar bir nüfustan modern diyebileceğimiz Batı’ya yakın bir toplum yaratmaktır. En nihayetinde o dönemin insanı için tasarlanmış oldukça radikal kararlar/haklar verilmiştir.10J. B. White, “State feminism, modernization, and the Turkish republican woman” NWSA Journal 15 (2003): 145-159. İkinci dalga feminizm hareketi 1960’larda sol siyaseti ve İslam hareketlerinin etkisi ile iki farklı tarafa ayrılarak kadınların taleplerini dile getirmiştir. Üçüncü dalgada ise kadınlar, şiddete karşı mücadele ederek devlete ve erkeklere karşı duruş sergilemişlerdir. Nitekim kendi kimliklerini ve farklılıklarını ifade etme ihtiyacı bu dönemde de varlığını korumaktadır. En nihayetinde hangi dönemde olursa olsun temelde insan hakları varolduğu sürece feminizm hareketi var olmaya devam edecektir.

Sonuç

Feminist filozofların tarihi feminist bir perspektifle inceliyor oluşları tarihin yeni ve oldukça farklı bir gözle okunması gerektiğini göstermiştir. Feminizmin tarafsız oluşu kadın ve erkeği ayırt etmeden cinsiyetsiz bir gözle yalnızca akıl varlığı olduğu için temele insanı alarak tarihi okuması sonucunda, tarih tekrar tekrar süzgeçlerden geçirilip yapılan hatalar giderilmeye, sorunlara alternatif çözümler üretilmeye çalışılmıştır. Türkiye özelinde ise bu durum Cumhuriyetin ilan ile başlamış, günümüze kadar devam etmiştir. Nitekim bugünde/şimdide geçmişte yapılan hatalar düzeltilip ‘tarih’ tekrar yazılabilir hale gelmiştir.

Kadınları dışlayan eril önyargıya eleştiriler oldukça sert olup eleştiriler karşısında ciddi bir duruş sergilenmiştir. Böylece kadınlara hak ettikleri değer verilmeye başlanmış, tarih kadınlara da yer verecek biçimde çocuk kitaplarını, hikayelerini ve masallarını yeniden yazmaya başlamıştır.

Referanslar

  • 1
    H. Nur Beyaz Erkızan ve A. Kadir Çüçen, Felsefe Tarihi 1 : Antik Çağ ve Orta Çağ Felsefesi Tarihi (Ankara: Sentez Yayıncılık, 2013).
  • 2
    Fatime Gümüş ve Sadık Erol Er, “Irigaray, Feminizm ve Psikanaliz.” Beytulhikme An International Journal of Philosophy, 9(3), (2019): 819-841.
  • 3
    Dicle Özcan Elçi, “Batı Ve Doğu Mitolojilerinde Kadın İmgesi: Tanrıçalar.” Atlas Journal 4 (11) (2018): 826-840.
  • 4
    Y. Ceran Aktaş, “Çağdaş Feminist Kuramlar Açısından Feminist Öznenin İmkanı” Felsefe Arkivi 47 (2017): 1-24.
  • 5
    Ahmet Cevizci, Felsefe Tarihi 5 (Ankara: Say Yayıncılık, 2009).
  • 6
    Alison Stone, Feminist Felsefeye Giriş, çev. Bilge Tanrısever (İstanbul: Otonom Yayıncılık, 2016).
  • 7
    Egemen Kepekçi, “(Hegemonik) Erkeklik Eleştirisi Ve Feminizm Birlikteliği Mümkün Mü?” Kadın Araştırmaları Dergisi 11 (2012): 59-86.
  • 8
    Martha Rampton, “Four waves of feminism” Pacific University Oregon 25 (2015): 1-10.
  • 9
    Kastedilen kavramlar: “insan hakları”, “eşitlik”, “özgürlük” ve “akıl” gibi kavramlar.
  • 10
    J. B. White, “State feminism, modernization, and the Turkish republican woman” NWSA Journal 15 (2003): 145-159.

Aramak istediğinizi üstte yazmaya başlayın ve aramak için enter tuşuna basın. İptal için ESC tuşuna basın.

Üste dön