Sınır / sızlık.
Grekçede “komşu, tanıdık, uç.” σύνορον: sínoron.
Tanım yaparak kavram dünyasına adım atar insan. Türlü konuyu açımlayarak bir çerçeve çizer zihninde. Bu sayede hayatının her alanında bir sınır belirler. Teorik ve pratik alanı yanından ayırmaz, gün geçtikçe şekillendirir-dönüştürür.
“Her insan, kendi görüş alanının sınırlarını, dünyanın sınırları olarak algılar.” demişti Schopenhauer. Peki oluşturduğumuz sınırın bantlarını kendi yaşamımızda nasıl ve ne yönden çekeriz? Bazen sınırlar aşıldı mı artık geriye dönüş olmadığı söylenir. Yahut bazı konularda sınırların genişletilemeyeceği öğretilmiştir bize. Peki doğuştan gelen sınırlardan bahsedemez miyiz?
Kendi algımız, aklımız ve düşüncelerimizin sınırında (sınırsızlığında) dolaşırken, sınır kavramı anlaşılmazlığın-belirsizliğin derin okyanusunda bize barınacak bir oda sağlar mı? Kant, aklın sınırlarını bilmek için aklı bir mahkemeye çıkarıp şunu söylemişti: “İnanca yer açabilmek için bilgiyi ortadan kaldırmak zorunda kaldım” O halde inancın sınırları nerede başlayıp bitiyordu?
“Küreselleşen dünyada” diye başlayan her cümle, dünyada sınırların silikleştiğini âdeta müjdeliyordu. Küreselleşme olgusu, insanları birbirinden ayıran sınırların ortadan kalktığı evrensel ütopyaya doğru mu ilerliyordu yoksa küreselleşmenin kurduğu “küresel pazar” ile devletlerin ve ulusların arasından kaldırdığı sınırları, sosyoekonomik sınıfların arasına mı taşıyordu? Küreselleşmenin kaldırdığı sınırların yerine hangi sınırlar çizilmişti?
Noktasız Dergi, beşinci sayısında “SINIR” kavramını ele alıyor. Zihin ve bilgi problemi, ahlaki eylemlerin yapısı, savaşın ve çatışmanın değişen durumu, tarihin sınırları, hukuk ve adalet kavramlarının doğası, maddi sınırların etkileri, teknoloji-insan ilişkileri ve “SINIR” kavramına dahil edebileceğini düşündüğünüz makale, deneme, çeviri, inceleme yazısı ve çizimlerinizi 18 Haziran 2021 tarihine kadar [email protected] adresine gönderebilirsiniz.
Yazı gönderme koşulları için tıklayınız…