Bu yazı, Noktasız Dergi’nin “Sürgün” temalı onuncu sayısında yayımlanmıştır. Yazının tamamını okumak için tıklayınız…
Sürgün temelinde insanlığın varoluş nedeni olarak görülebilir. Varoluşun temelinde yatan sürgün en baştan beri insanın kaderini belirlemektedir. Dini kaynaklarda da bahsedilen gerçek topraklardan sürgün edilen insan, kaderini dünya üzerinde yeniden şekillendirmiş ve kendi toplumsal kuralları ile yaşamaya çalışmıştır. Toplumu belirli bir yaşam düzeni sağlayan, bireylerin kişisel ve sosyal gelişimini destekleyen ve bunun için çeşitli görünmez kurallara sahip olan insan toplulukları olarak ele alabiliriz. Bu toplumsal ilerleme zaman içerisinde görünmez ama katılaşmış kendi normlarına sahip olacaktır. Toplumun sahip olduğu bu normlar ile yaşayan kişiler kendileri arasında farklı olanı kabul edemez ya da toplum zamanla bu farklılıkları bastırmaya çalışacaktır.
Toplumların sahip olduğu otoriteler, dini kurallar, siyasi nedenler vb. ahlaki düşünceleri toplumu yöneten kişilerce korunmaktadır. Toplum yöneticileri süreç içerisinde farklılıkları bastırmaya çalışır ve uyumsuz olan düşünceyi, suçluyu ya da toplumu tehdit ettiği düşüncesine sahip kişileri zaman içerisinde sürgüne mahkum eder. Belirli bir otoriteye sahip olan toplum otorite karşıtı her alanda görüşü sürgün etmeye meyilli olacaktır. Çünkü temelde sürgün kişinin kendi ile hesaplaşması ve yapılanlardan bir neden çıkarmasıdır fakat zamanla toplumsal bir ceza olmuştur. Aslında insan ilk sürgünü öğrenmiştir ve bu gerekçe ile insanın kendine verdiği ilk cezada kendi sürgünüdür. (…)
Şeyma ATEŞ