Bu yazı, Noktasız Dergi’nin “Sürgün” temalı onuncu sayısında yayımlanmıştır. Yazının tamamını okumak için tıklayınız…
Sürgün, her kavram gibi çok farklı anlamları bünyesinde barındırır. İlk akla gelen anlamı politik sürgünlere işaret etse de kelimenin özsel ifadesi bir yerden bir yere sürülmek anlamını taşır. Sürülmek fiili pek çok olgunun da sonucunu oluşturmuştur. Politik sürgünlerin yanı sıra düşüncede çeşitli disiplinlerin, çeşitli düşüncelerin birbirleriyle çatışmasının sonucunda da meyledilen unsur yine sürülmek olmuştur.
Bireyler düşüncelerini kurarken karşıt düşünceleri, bireysel düşüncelerinden farklı bir konuma taşımak için sürmek eylemini gösterirler. Bu karşıtlığın ortaya koyuluşunun bir örneği de hiç şüphesiz 19. yüzyıla tekabül etmektedir. Bu yıllarda sosyal bilimlerde kesinliği aramak için ortaya çıkan pozitivizm düşüncesi, kendilerine öznel yahut tekil bir ifade yaratan her durumu sürme eğilimine girişmiştir. Bu minvalde iş görür ifadeler tamamen kesinliğe tabi olmalıdır. Her şey genel yasalar çerçevesinde gerçekleşmelidir. Kopernik Devrimi’nin etkisinde kalan bu düşünce, astronomi gibi uzun vadeli tahmin arayışına girmiştir. Bu yaklaşımın sonucu olarak tarihi olguları toplamak için tarihçiyi konumlandırmış, bu olguların düzenlenmesi için de sosyoloğu görevlendirmiştir. Tarihçinin yükümlülüğü, olguları kendi bakış açısını katmaksızın toplamaktan ibarettir. Bu olgular da belgelere dönüşür. Pozitivistler de salt belgelerle iş görür fakat tarihi tarih yapan aslında tarihçinin bakış açısıdır. Çünkü tarih, bir fizik nesnesinden farklı olarak anlatılarla şekillenmektedir.
İrem BAYRAKTAR