Şulenur TOPCU
Çocukken oynadığımız oyunları nasıl seçeriz? Oyun içindeki sınırları nasıl belirleriz? Büyüklerden gördüğümüzü mü taklit ederiz yoksa kendi benliğimizden geleni mi oyuna dökeriz? Bu sorular uzun yıllar boyunca psikoloji ve felsefe alanının araştırma konusu olmuştur. Bu alanın ilk öncülerinden Sigmund Freud bu konuyu oyun kuramı üzerinden irdelemiş ve sonrasında bu alan Melanie Klein, Donald Winnicott ve Erik Erikson tarafından farklı bakış açılarıyla geliştirilmiştir. Oyunun bir taklittin yanında içsel bir belleğin dışa vurumu olabileceği kavramının irdelenmesi, oyuna varoluşsal bir perspektifle de bakılabileceği fikrini doğurmuştur.
Oyun ve Gerçeklik
Hakan ÖRNEK
Bir problemin türeyişsel biçimi onun sonucu niteliğinde olduğu düşünülen çözümü noktasında belirleyici etkisi vardır. Klasik sorgulama tarzı problemin türeyiş kaynağını aşkın ve belki de sorgulanması gereksiz bir noktada gördüğünden dolayı klasik sorgulama sürecinde çözüm bu tutuma bağlı olarak şekillenir: problem zaten vardır, geriye kalan şey çözüm bulmaktır. Bu minvalde çözümün gelişim tarzı belli bir seçicilik ve gereksinim etrafında döner. Bir çözüm tarzı seçilir ve sonradan ortaya çıkan bu çözüm tarzı probleme uygulanır. Ancak problemin türeyiş anıyla çözüm tarzının kesiştiği zamanlar da mevcuttur. Bu durumlarda problem bağıl bir şekilde, yani başka bir kavram veya konuya bağlı olarak ortaya çıkar.
Oyunla Gerçeklik Arasında: İnsanın Metafiziksel Yolculuğu ve Toplumsal İzdüşümleri
Almira CAMGÖZLÜ
Oyun, en basit hâliyle; vakti hoş geçirmek, oyalanmak ve zihni meşgul etmek amacıyla etkileşime geçilen, genelde belli kuralları bulunan eğlence etkinliklerine denir. Yalnızca bu tanım sayesinde bile oyun bağımlılığı ve oyunda yapılan hile gibi konseptler hakkında özellikle psikolojik açıdan yorumlar yapabiliriz. Bu yorumlar; oyunun, kişinin gerçeklikten ve sorumluluklarından kaçmak için gerçekleştirdiği bir eylem olmasından, kişinin hayatının kontrolünde hissetme duygusunu yaşayabilmek için giriştiği bir medya olmasına kadar gidebilir.